Kısa filmimiz Ouroboros nihayet yayınlanmaya hazır! Umut ve ben korku filmi festivalleri için yola koyulurken filmde emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.
Posterimizi şuraya bırakıp kaçıyorum.
korku
Kısa filmimiz Ouroboros nihayet yayınlanmaya hazır! Umut ve ben korku filmi festivalleri için yola koyulurken filmde emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.
Posterimizi şuraya bırakıp kaçıyorum.
"Bütün çabalarıma rağmen, eğri büğrü dönemeçlerden geriye, başladığım noktaya dönebilmeyi başaramamıştım"
- H.P. Lovecraft
Kısa korku filmleri üçlememizin ilk filmi Ouroboros'un ilk teaserı karşınızda!
Aralık ortasında sekiz katılımcılı ilk atölyemizin sonuna gelirken ben bu gönderiyi ancak Şubat ortasında yollayıp atölyenin gayet güzelce devam edip nihayete erdiğini söyleme fırsatı buluyorum. Evvela son günden iki fotoğraf bırakayım şuraya:
Üç sebebi var burayla yeterince ilgilenemememin aslında, elbette kronik uyuşukluğum ve gelen her epostayı okuyup cevaplama, yollanan her işi okuma hastalığım dışında…
İlki Aralık, Şubat arası aldığım bir iş. Dünyaca ünlü bir belgesel kanalı için güzel bir iş yazdım bu süreçte. Heyecanla çekimlerini bekliyorum.
İkincisi yazmaya devam ettiğim uzun metraj korku filmi elbette. Zor, zor, zor.
Üçüncüsü ise bir üçleme haline getirmeyi düşündüğümüz kısa korku filmlerinin ilki olan Ouroboros’un yazım ve çekim süreçleri… Heyecanlıyım zira 19-20 Şubat’ta setteyiz. Beykoz/Kundura’ya Vatanım Sensin sonrası bir dönüş olacak aynı zamanda. Bize şans dileyin.
Not: Atölyenin konu ile ilgili haftalarında misafirimiz olmayı kabul eden senaristler Melek Seven, Deniz Gürlek ve Tunus Taşçı ile oyuncu Aydın Genç’e eşsiz katkıları için teşekkürlerimle!
Merhaba,
Bir toz bulutunun içinden geçiyoruz, üzücü geceler yaşadık ama durmadan sosyal medya, haber bültenleri ve benzeri veri bombardımanının altında tükenmekten de kaçınmak gerek. İşte bu sebeple iki diziden bahsedeceğim bu sefer.
Sıradan hayatına renk katacağı ender gecelerden birinde, bir partiye gitme fırsatını yakalayan Paki kökenli Amerikalı öğrenci Naz, yolda karşılaştığı gizemli ve güzel genç kızın peşine takılır ve uyandığında kendini, yanında kanlar içinde yatan kızın cinayetinin en büyük şüphelisi olarak bulur. Tutuklandığında ise, hapishane kuşları için uygun fiyata hukuk hizmeti veren Jack Stone, durumun ciddiyetinden habersiz, Naz'ın avukatlığını üstlenir.
Konusunu kabaca özetlediğim The Night Of, HBO'nun yeni büyük dizisi. Başrolünde John Turturro'nun yer aldığı, True Crime furyasını tersinden ele alan bir antikahraman draması. Antikahraman dediğimizde akla gelen ilk ismi düşününce, The Night Of aslında televizyon izleyicileri için biraz da trajik şartlarda hazırlanmış diyebiliriz.
Dizinin başrol karakteri, hırpani avukat Jack Stone, aslen televizyonun altın çağını başlatan dizi The Sopranos'un yıldızı, yakın geçmişte hayatını kaybeden James Gandolfini tarafından canlandırılacaktı. Ancak oyuncunun ani ölümü sebebiyle rol John Turturro'ya gitmiş. Gandolfini ise halen dizinin yapımcılarınından biri olarak jenerikte anılmakta. Turturro harika iş çıkarıyor olsa da gönül Gandolfini'yi aramıyor değil.
Dizinin ortalamanın çok üzerinde olduğu aşikar ancak çok büyük bir iz bırakacağını zannetmiyorum. Hikayenin işlenişi, atmosfer ve bilhassa oyunculuklar harika ancak dizinin temposu oldukça düşük. Kaldı ki ilk bölüm, 2000'lerin ortalarındaki Türk dizileri kadar uzun. Kasvet, tedirginlik ve belirsizliğe hizmet etmesi için düşük tutulduğu belli olan tempo, hikayenin düğümleri açıldıkça yükselirse dizi kesinlikle hedefine ulaşacaktır diyebilirim. Bir de ayrıca tebrik ve teşekkür; dizinin başrol oyuncusunu ilk bölümün son perdesine kadar göstermemeyi göze alan senaryo ekibine, yapımcılara ve onsuz ne yapardık bilemediğimiz HBO'ya. Puanım sekiz.
Orta Batı'da sıradan bir kasaba, küçük bir çocuğun kayboluşuyla karışır. Çocuğun annesi, ağabeyi, arkadaşları, kasabanın şerifi olayın peşine düşünce bu vakanın MKUltra deneylerine kadar uzanan doğaüstü sebepleri olduğu ortaya çıkar. Şimdi kayıp çocuğu kurtarmanın yolu hem bu dünyada durumu örtbas etmeye çalışan hükümet görevlileriyle hem de bilinmeyen bir dünyaya ait canavarla savaşmaktan geçmektedir. Bu savaşta kahramanlarımızın elindeki en önemli silah ise özel güçlere sahip bir denek olan küçük kız çocuğudur.
Stranger Things, Duffer kardeşlerin Netflix'e satmayı başardığı bir bilimkurgu/korku hikayesi. İki binli yılların gelişiyle neredeyse tek düzgün korku filmi izleyemediğimiz dünyada 80-90 döneminin atmosferini, Stephen King romanlarının ruhunu taşıyan ve dahası Netflix elinden çıkma bir işi objektif olarak değerlendirmem mümkün değil elbette. Ancak ne kadar kayırmaya çalışsam da Stranger Things harika başladığı ilk sezonunda senaryosunda yer yer tökezliyor, itiraf etmeliyim.
Öncelikle söylemek gerek, Stranger Things Winona Ryder için Beter Böcek 2 öncesi olabilecek en iyi proje ve belki de bu eski yıldızın kariyerine yeniden can verecek. Kaldı ki dizide Nancy Wheeler karakterini canlandıran Natalia Dyer hariç herkesin çok doğru bir cast eseri olduğunu ve bilhassa şerif rolünde David Harbour'un, 11 rolünde ise Millie Bobby Brown'un döktürdüğünü düşünüyorum. Dizi, müziklerinden, jeneriğine, fikrinden, izole kasabasının atmosferine kadar en sevdiğim korku türünü başarıyla kotarıyor. Tekinsiz hükümet araştırmaları, tedirgin edici bir banliyö hissi, gizemli geçitler, canavarlar ve nostalji...
Stranger Things özellikle ilk üç bölümü itibariyle çok iyi çekilmiş eski bir korku filmini, bir King uyarlamasını andırıyor. Ancak üç bölümden sonra hala çok iyi oynanmış, çok iyi çekilmiş karelerle dolu olsa da sahneler teklemeye başlıyor. Sırf akışa hizmet etsin diye bir anda bir yerde beliren karakterler, tehlike anlarında izlediğimiz vasat korku klişeleri, tekleyen yan hikayeler ve apar topar bağlanmaya çalışan açık uçlar diziyi muhteşem bir ilk sezondan alıkoymuş. İzlemeyenler için tadı kaçmasın diye yazmıyorum ama izleyenler hangi sahnelerden bahsettiğimi anlayacaklar. Açıkçası bu durumda kabahat senaristlerin gibi duruyor.
Onlar adına bir bahane sunmam gerekirse sürekli değişen yayın formatlarını işaret edebilirim. Winona etkisi ve yapım kalitesiyle ikinci sezon onayını alması muhtemel Stranger Things ilk sezonu sekiz bölümden oluşan bir dizi. Yani önce 13 sonra 10 bölüme düşmesine alıştığımız dizilerden bile farklı bir sezon yapısı var. Böylece senaristlerin hikayeyi anlatmaya alıştıklarından farklı bir süreye sıkıştırmaları, daha önce tecrübe etmedikleri bir durumla karşılaşıp tercihler yapmalarına sebep oluyor. Standartlarına sadakatiyle tanınan Hollywood'da internet çağının bu değişikliklerine alışmak senaristler için de zaman alacak belli ki.
Özetle, görselliği, atmosferi, hikayesi ve Dungeons&Dragons göndermeleri uğruna aksayan yanları görmezden gelinebilecek bir dizi Stranger Things. Puanım sekiz.
Yeniden görüşmek üzere!